30 Mart 2016 Çarşamba

Kur'an Metninin Korunmușluğu İlahî mi yoksa Beșerî mi? "Zikri indiren biziz, onu koruyan da biziz" [15/9]

ŞÜPHESİZ ZİKRİ İNDİREN BİZİZ! ONU KORUYAN DA BİZİZ! [Hicr, 15/9]

Bu ayetten şimdiye kadar şunu anladık;
Kur'an bugüne kadar Allah tarafından korunduğu gibi, ebediyete kadar da Allah tarafından korunacaktır!
Oysa ayetin bağlamına baktığımızda korumanın mahiyeti ciddi biçimde değişir. Kur'an'ın korunmuşluğu insanlara karşı değil, cinlere, şeytanlara karşıdır. Yani ona, vahyin tertemiz ilahi kaynağına cinler/şeytanlar bir şeyler katamazlar!
Yukarıdaki ayetin iki ayet öncesi şöyledir;
"Müşrikler Hz. peygambere şöyle dediler; "Ey kendisine vahiy gönderildiğini iddia eden adam! Sen mecnunun tekisin! Yani Ey Muhammed! Seni cinler çarpmış! Sana cinler musallat olmuş! Cinlerin/şeytanların sana getirdiği ilhamları sen vahiy zannediyor, bize Allah'ın vahyi diye okuyorsun!" [Hicr, 6-7]
 Özetle dokuzuncu ayette verilen mesaj şudur;
Biz o şeytanları/cinleri vahyin kaynağından uzak tutmaktayız.
"Ona tertemiz olan (meleklerden) başkası dokunamaz!" [Vakıa/79] ayetiyle haber verilen durumun bir benzeri!
Bu ayette Kur'an'ın ileriki yüzyıllarda korunacağına dair bir ilahi garanti söz konusu değildir. Söz konusu koruma; vahyin nuzülündeki korumadır. Hz. Muhammed'in zihninin, aklının korunmasıdır. Ona cinler musallat filan olmamıştır. Altıncı-yedinci ayetlerde müşriklerin itirazlarına bir cevaptır.
"Ve innâ lehû hafizûn / Onu koruyan da biziz" ayetindeki "hû /o" zamirinin Hz. Muhammed'e gittiğini söyleyen Ferrâ gibi ilk dönem müfessirler de vardır.
Vahyin nazil olduğu dönemde Kur'an'ın korunması zaten Hz. Peygamberin korunmasına, hayatta kalmasına bağlıdır.


5.44~اِنَّا اَنْزَلْنَا التَّوْرٰیةَ فٖيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذٖينَ اَسْلَمُوا لِلَّذٖينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَلْاَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللّٰهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَاءَ فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَاتٖى ثَمَنًا قَلٖيلًا وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُولٰئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
“Biz Tevratı indirdik, onda bir hidayet, bir nur vardı, müslim olan nebiyyûn, Yehudîlere onunla hukmederlerdi, rabbaniyyun ve ahbar da, kitabullahın muhafazâsına me'mur edilmiş olmaları ve üzerine nâzır ve murakıb bulunmaları hasebile hukmederlerdi, artık insanlardan korkmayın benden korkun, benim âyetlerimi bir kaç paraya değişmeyin, ey hâkimler! Her kim Allahın indirdiği ahkâm ile hukmetmezse onlar hep kâfirlerdir” [5/Maide-44]

Nüzul süreci bittikten sonra da bu sefer kitaba vâris olanların Kitabullah’ı korumakla mükellef oldukları anlaşılıyor.

Şimdi 69/Hakka suresine bakalım;
“40 Hiç şüphesiz o (Kur'an), çok şerefli bir elçinin sözüdür.
41 Ve o bir şair sözü değildir, siz çok az inanıyorsunuz.
42 Bir kâhin sözü de değildir, siz pek az düşünüyorsunuz
43 (O), âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.
44 O, bize isnâden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı,
45 Elbette biz onu bundan dolayı kuvvetle yakalardık.
46 Sonra da onun şah damarını keser atardık.
47 O vakit sizden hiçbiriniz ona siper de olamazdınız.
48 Doğrusu o (Kur'an), takvâ sahipleri için bir öğüttür.
49 İçinizde (onu) yalan sayanlar bulunduğunu şüphesiz bilmekteyiz.
50 Kuşkusuz bu (Kur'ân) kâfirler için bir pişmanlık vesilesidir.
51,52 Ve o, gerçekten kat'î bilginin ta kendisidir, haydi tesbih et rabbının azîm ismiyle”

Nüzul süreci boyunca Resulullah’ın görevine sadık kaldığı, Rabbinden kendisine nazil olanı eksiksiz ve katıksız olarak tebliğ ettiği bu ayetlerden de anlaşılmaktadır. Dolayısıyla nüzul sürecinin bitimiyle birlikte yeni bir koruma / muhafaza serüveninden söz etme ihtiyacı doğmaktadır. Önceki vahiylere ve muhataplarına baktığımızda söz konusu muhafazadan sorumlu olanlar, her zamanda ve çağda kendilerine ilahi kelam ulaşmış olanlardır denilebilir. Nitekim Resulullah, kendi çağında bu görevi layıkıyla tamamlamış, vefatından sonra da ashabı aynı görevi devam ettirerek Kur’ân mushafının / metninin değişmeden günümüze dek ulaşmasına katkıda bulunmuşlardır.

1 yorum: